Ailem kardeşime evi miras bıraktı. Bana ise hiçbir şey kalmadı

Babamızı kaybettiğimizde, kardeşimle birlikteydik. O, babamızın elini tutuyordu, ben ise biraz yan tarafta duruyor, düzgün nefes almaya çalışıyordum. Bazen her şeye hazır olduğunuzu düşünürsünüz ama hayır, kimse böyle anlara gerçekten hazır değildir. Doğru yaşanacak anlar değildir bunlar, sadece atlatılabilirler.

Bir hafta sonra noter odasında oturduk. Dışarıda güneş parlıyordu, insanlar geçiyordu ama içimde her şey sanki donmuştu. Önceden hazırladığım belgelerin olduğu dosyayı tutuyordum. Anne ve babamızın evi – büyüdüğümüz şirin köşk – her zaman bizimle olacak gibi geliyordu. Bir nesne gibi değil, bir anı, bir kök gibi.

Noter metni okumaya başladığında dikkatlice dinledim. Okudukça parmaklarım giderek daha fazla sıkışıyordu. Ev tamamen kardeşime geçiyordu. Şartsız. Açıklamasız. Belgelerde adım bile geçmiyordu. Hiç.

Kardeşime baktım. Gözlerini kaldırmadı.

Toplantıdan sonra şöyle dedi:

— Onlar bunu uzun zaman önce karar vermişler. Sana iyi yerleştiğini düşündüler. Senin dairen, işin var, her zaman kendin idare ettin…

Başımı salladım. Hemfikir olduğum için değil, ne diyeceğimi bilemediğimden. İçimde her şey sessizdi, sanki bir müzenin kapanışından sonra. Kavga etmek istemiyordum, mahkemede bir şeyleri paylaşmak istemiyordum. Sadece anlamak istiyordum.

Ev yüzünden değil, önemsenmediğimi hissetmekten dolayı üzgündüm. Görülmediğimi hissetmekten. Sanki, yıllarca süren ilgim, hafta sonu ziyaretlerim, cevapsız kalan mektuplarım hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibi.

Bir hafta sonra oraya gittim. Ev boştu, sessizdi. Arkaya, babamla bir zamanlar otlar diktiğimiz yere gittim ve bir anda babamın ben lavantayı çok kısa kestiğimde nasıl güldüğünü hatırladım. Bir banka oturdum ve anladım: Bu ev duvarlarıyla değil, benim anılarımla evdi. Ve onlar her zaman benimle olacak.

Kardeşime bir mektup yazdım. Bir suçlama değil. Sadece biriken her şeyi yazdım. Bana ne yarı hisse gerekli ne de metrekareler. Sadece önemli olduğumu bilmem gerekiyordu. Kenara itilmediğimi. Annem ve babamın beni daha az sevmediğini — sadece farklı sevdiklerini.

İki gün sonra aradı.

— Okudum. Özür dilerim. Bütün bunları içinde taşıdığını bilmiyordum. İstersen gel. Bunu farklı, daha adil bir şekilde çözebiliriz.

Gülümsedim. Bir şeyleri değiştirmek istediğim için değil, uzun zaman sonra ilk kez, aramızda yine gerçek bir şeylerin paylaşıldığını hissettiğim için.

O zamandan beri en önemli şeyi anladım: Ev miras değildir. İlişkilerdir. Tanınmadır. Alınıp başkasına verilemeyecek ya da çalınamayacak anlardır. Ve gerçekten önemli olan bir şey varsa — onun hakkında konuşulmalıdır. Geç olmadan önce.

Ailenizde hiç göz ardı edildiğinizi hissettiniz mi? Bu hisle ne yaptınız? Konuşmaya karar verdiniz mi?