Gelini karar verdi, ben aile kutlamalarında yer almamalıyım. Oğlum da onu destekledi

Çocuğunuz büyüdükçe, onu bırakmayı öğrenirsiniz. Önce ellerini, sonra görüşlerini ve en sonunda yanınızdaki yerini. Bunu sakinlikle kabullendim. Oğlum büyüdü, aşık oldu, bir aile kurdu. Karışmamaya, istenmeden tavsiye vermemeye, kıyaslamamaya çalıştım. Sadece sessiz ve sevgiyle yanında olmak istedim.

Her şey yolundaydı… ta ki bir Noel’e kadar.

Bayramdan bir hafta önce her zamanki gibi aradım:

– Ne getireyim? Şu meşhur elmalı turtayı yapabilirim.

Oğlum birkaç saniyeliğine sustu – kısa ama endişelenmem için yeterliydi.

– Anne… Elena bu yıl, sadece bizim ve çocukların olduğu dar bir çevrede kutlamamızın daha iyi olacağını düşünüyor. Misafirler olmadan.

– Ben mi misafirim?

– Anlıyorsun…

Ne yapacağımı bilmeden telefonu kapattım.

O güne kadar geçen yirmi dokuz yıl boyunca her Noel’de oradaydım: önce bir anne, sonra bir büyükanne olarak. Torunlarımla kurabiye süsler, çorap örer, mumlar getirirdim ve her zaman oğlumun çocukken bayıldığı o Noel hikayesini anlatırdım.

Ve şimdi – “sadece biz”.

İtiraz etmedim. Mesaj yazmadım. Geri aramadım. Ben de kendime küçük bir sahil kasabasında bir bilet aldım, eski bir otelde oda kiraladım ve gittim.

Bir battaniye altında balkonda oturup denizi izledim ve sıcak çikolata içtim. Odada kalan komşum – seksenlerinde bir dul – beni yanına davet etti. Domino oynadık, plak dinledik ve genç kızlar gibi güldük. Masasında “Eviniz, sizi koşulsuz karşılayanlardır” yazılı bir mum vardı.

Noel sabahı oğlumdan bir mesaj geldi:
“Bil ki özlüyorum. Yanlış davrandıysam özür dilerim. Seni üzmek istemedim. Sadece kafam karıştı.”

Kısa bir yanıt verdim:

“Anlıyorum. Ama şimdi bana da zaman gerek. Yedekte hissetmek istemiyorum.”

O günden bu yana iki yıl geçti. Arada bir görüşüyoruz. Gergin gülümsemeler olmadan, ama eskisi gibi de yakın değiliz. Artık onların bayramlarına gitmiyorum. Ama kendi şeklimde kutluyorum – beni ‘istenmeyen bir öğe’ olarak görmeyen, beni özlemle bekleyen insanlarla.

Bazen sevmek, tutunmamaktır. Bırakmaktır. Hatta kalbin başka türlüsünü söylese bile.

Peki ya siz, sevdikleriniz sizi bir gün ortak sofradan çıkarırsa affedebilir miydiniz? Yoksa güven, kırık bir fincan gibi sonsuza dek kaybolur mu?