Her zaman dostun asla ihanet etmeyecek biri olduğunu düşünürdüm. Ta ki bir gün ofisimin kapısını açıp ne kadar yanıldığımı anlayana kadar…
Yirmi yıl boyunca arkadaş olduk. Yirmi yıl boyunca gece saat üçte onu arayabileceğimi ve hiçbir sorgu sual olmadan geleceğini bilirdim. Planlar yapardık, son paralarımızı paylaşırdık, aynı şakalara gülerdik. Kendi işimi kurmaya karar verdiğimde, ilk ortak olarak onu çağırdım. Hemen kabul etti, beni kucakladı ve «Bunu birlikte yapacağız, kardeşim» dedi. Ona kendimden daha fazla güveniyordum. Her şeyimizi yatırdık: benim birikimlerimi, onun bağlantılarını, enerjimizi ve zamanımızı. Altı ay boyunca ailelerimizi görmeden, uyumadan sadece bu fikir için deli gibi çalıştık. Sonra bir sabah ofise geldim ve fark ettim ki o yok. Ve paralar da yok…
Boş ofisin ortasında durdum ve olan bitene inanamadım. Bilgisayarı kapalı. Belgeler kaybolmuş. Masamın üstünde bir not: sadece üç satır: «Üzgünüm. Bana daha iyi şartlar teklif ettiler. Anlayacaksın». Kelimelerin değişeceğini umut ederek on kez okudum.
Telefonu kaptım, numarasını çevirdim. Cevap vermedi. Bir daha denedim. Sessizlik. Üçüncü, dördüncü, beşinci deneme — sanki o hiç var olmamış gibi. Hesabımı kontrol ettim. Boştu. Gelişim için biriktirdiğimiz tüm paraları almıştı. Kaybolmadan bir gün önce çekmişti.
İlk birkaç saat sadece bu ofisin zemininde oturdum. Ağlamadım, bağırmadım — sadece oturdum. Kafamda tek bir düşünce dönüp duruyordu: nasıl? Her şeyi birlikte atlattığımız bir insan bunu nasıl yapabilirdi? Onun ailesinin boşanmasını, babamın ölümünü birlikte atlattık. O benim düğünümdeydi, ben onun oğlunun vaftizindeydim. Birbirimiz hakkında kimsenin bilmediği şeyleri biliyorduk.
Son konuşmamızı hatırladım. Geç bir saatte oturup, kahvelerimizi bitirip, gelecek ayın planlarını tartışıyorduk. Gözlerimin içine baktı ve dedi ki: «Bunu başaracağız, bize inanıyorum». Ve ertesi gün kayboldu.
Daha sonra gerçeği öğrendim. Rakibimiz ona bir pozisyon ve iyi para teklif etti. Birlikte yarattığımız her şeyi onlara sattı: fikirlerimizi, bağlantılarımızı, çalışmalarımızı. İki kilit müşterimizi bile yanına çekti. Sadece gitmedi — inşa ettiğimiz her şeyi yıktı.
Ortak tanıdıklarımız aracılığıyla onunla iletişime geçmeyi denedim. Onlardan biri bana onun cevabını iletti: «Bu iş. Kişisel bir şey yok». Bu sözler, kaybolan paralardan daha fazla acıttı. Yirmi yıllık arkadaşlık, ucuz bir filmdeki bir cümleye indirgendi.
Uzun süre kimseye bundan bahsedemedim. Bir kişi hakkında nasıl bu kadar yanıldığım için utanıyordum. Güvenimi, bir araç olarak kullanan birine verdiğim için utanıyordum. Arkadaşlar, projemize ne olduğunu soruyorlardı. Kısaca cevap verirdim: «Olmadı». Kimse içimdeki hayal kırıklığı ve çaresizlik ateşini bilmiyordu.
Altı ay geçti. Her şeye yeniden başladım — tek başıma, sıfırdan, geriye kalan kırıntılarla. Bu inanılmaz derecede zordu. Ama her gün kalkıp devam ettim. Başarı için değil. Kendime kanıtlamak için: onsuz da yapabileceğim.
Geçenlerde alışveriş merkezinde onu gördüm. Ailesiyle birlikte gülüyor, mutlu görünüyordu. Yanına gitmek, içimde biriken her şeyi söylemek istedim. Ama yanından geçip gittim. Çünkü anladım ki: o, öfkemi bile hak etmiyor.
Biliyor musunuz en korkunç olan ne? Para değil, bozulan planlar değil. Bundan sonra insanlara eskisi gibi asla güvenemeyecek olmam. O, benden iş değil — dostluğa olan inancımı aldı.
Yakın gördüğünüz kişilerin ihanetine uğradınız mı? Bundan sonra tekrar birine güvenebildiniz mi?